2009 YILI BÜTÇE KANUN TASARISININ TÜMÜ CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) ? Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Viagra çok lezzetli değildir. Yerinde olması gerektiğini tüm seçip zaten karar verin. Biz mağazasında geldi ve sevdim aldım. hemen kurtarmaz Ereksiyon Olamıyor Musunuz Sen birkaç saat beklemek zorunda.
GENEL KURUL
2009 Yılı Bütçe Kanun Tasarısı ile 2007 Yılının Kesin Hesap Kanun Tasarısı?nı görüşüyoruz. Biz, bir yandan 2009 Yılı Bütçe Tasarısı?nı görüşürken diğer yandan Hükûmet, gerek 2009 Yılı Bütçe Tasarısı?nı, onun büyüklüklerini gerekse 2009 yılını da içine alacak şekilde daha uzun bir dönemde uygulanacak olan programın ayrıntılarını IMF?yle görüşüyor.
Türkiye IMF?yle bir program uygulamasına 1999 yılı Aralık ayında başladı ve o tarihten bu yana, altısı AKP hükûmetleri tarafından olmak üzere, toplam dokuz bütçe hazırlamıştır ve IMF?yle olan anlaşmamız geçtiğimiz mayıs ayında sona ermiştir. Dolayısıyla, bu bütçe, AKP?nin yedinci bütçesi IMF?siz olarak hazırlanan veya hazırlanmaya çalışılan ilk bütçedir. Bu nedenle altı yıl hükûmet etmiş olma ve aynı zamanda altı yıl IMF?yle beraber çalışmış olmanın tecrübesini görmemiz gereken bir bütçedir. Bu tecrübenin bütçeye yansıtılıp yansıtılmadığı, bütçenin ekonominin ve vatandaşın ihtiyaçlarına, önceliklerine uygun olarak hazırlanıp hazırlanmadığı, küresel kriz şartlarını, durgunluğa giden Türkiye ekonomisinin sorunlarını dikkate alıp almadığı önemlidir, bütçede bunlara bakmamız gerekir.
Yine, bütçede, biraz önce saydıklarım çerçevesinde onların toplamı olarak ifade edebileceğimiz ve bakmamız gereken bir şey daha var. Türkiye ekonomisinde şu an hiç olmayan, olmadığı için de en çok aranan, en çok ihtiyaç duyulan şey güvendir. Bütçe, bu güveni topluma, vatandaşa, piyasalara, dünyaya vermek için iyi bir fırsattır. Hükûmet bu fırsatı gereğince kullanabilmiş midir, bütçe güven vermekte midir, bunlar üzerinde durmak gerekir. Konuşmamı bu çerçevede sizlere sunmaya çalışacağım.
Türkiye 2000?li yıllara bir IMF programıyla girdiğinde toplam yirmi beş ülke IMF?yle program yapmıştı, Arjantin, Brezilya, Uruguay, Endonezya, Romanya gibi birçok ülke IMF programı uyguluyordu. Bizim programımız 2008 yılının Mayıs ayında sona erdi, bizim programımızın sona ermesine doğru IMF?yle program yapan, program devam ettiren ülke sayısı sadece birkaç taneydi, Afrika?da Gabon, Güney Amerika?da Peru, Honduras gibi birkaç ülke dışında IMF?yle program uygulayan bir ülke kalmamıştı, hepsi programını sonlandırmıştı. Şu anda, Mayıs ayında IMF anlaşması sona erdiğine göre anlaşmanın sona ermesinden sonraki yedinci aydayız ve Hükûmet Eylül ayından bu yana IMF?yle olan görüşmelerini sürdürüyor. Öyle anlaşılıyor ki bu görüşmeler bir anlaşmayla sonuçlanacak. Nitekim, evvelsi gün Genel Kurulda bütçe kanununun maddeleri sırasında kabul edilen önerge muhtemel anlaşmanın gereği olarak bütçe kanununa girdi, kamu harcamalarında, bütçe ödeneklerinde toplamı 3,6 milyar YTL?ye ulaşan bir kesinti yapıldı.
Değerli arkadaşlar, ilgili Bakan, IMF?yle ilişkilerden sorumlu Bakan ?Bu kesintiler IMF olmasa da zaten yapılacaktı.? anlamında değerlendirmeler yapıyor. Bunu Parlamentonun bütçe hakkına bir saygısızlık olarak görüyorum. Eğer bu değişiklikler IMF olmasaydı da yapılacak idiyse, bütçe 17 Ekim tarihinden bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisinde, iki haftadır Genel Kurulda görüşüyoruz, iki haftadan önce uzun bir süre de Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldü, bu değişiklikleri pekâlâ orada yapmak mümkündü.
Değerli arkadaşlar, IMF?yle varılacak olan anlaşmanın gereği sadece 3,6 milyar YTL?yle sınırlı değildir, daha başka kesintiler de olacaktır, daha başka gelir önlemleri de mutlaka olacaktır ama bugün görüşeceğimiz ve bugün oylamasını yapacağımız bu bütçeye bunlar maalesef yansıtılmamıştır, yansıtılmayacaktır. Yüzde 4 büyüme hedefiyle 2009 yılında bir bütçe tasarlıyoruz, bunu kabul edeceğiz. Ama Hükûmet IMF?yle bu büyümenin yüzde 2 mi, 3 mü veya 2?nin altında mı olsun, görüşmelerini yürütüyor. Değerli arkadaşlar, bunların eskiden de olduğu şeklindeki bir açıklama geçerli değil. 2006 yılında Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu yürürlüğe girdi. Cumhuriyet Halk Partisinin de katkı ve destek verdiği bu Kanun kamu mali yönetiminde yeni bir düzen getirdi, bütçe hakkı en geniş şekliyle tanımlandı. Parlamentonun, yasama organının karar verdiği konularda bir bakanın, bir bürokratın imzaladığı niyet mektubuyla değişiklik yapmak o kanuna aykırı, Parlamentonun bütçe hakkına aykırıdır.
Değerli arkadaşlar, bu tablo, Hükûmetin IMF?siz olarak yapmaya çalıştığı, hazırlamaya çalıştığı, niyet ettiği ilk bütçe girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığını gösterir. Hükûmet bir bütçe yapamamış, bu bütçeyi yapmak için IMF?ye başvurmuştur. Bunu üzüntüyle karşılıyorum. Türkiye'nin bu bütçeyi küresel krizin şartlarına, durgunluğa giden Türkiye ekonomisinin sorunlarına duyarlı olacak şekilde, çözüm araçlarını kapsayacak şekilde hazırlayacak deneyimli kadroları vardır. Türkiye'nin kriz tecrübesi vardır. Bu kadrolar, bu tecrübe bütçe sürecine yansıtılmamıştır. Son gün Bütçe Kanunu maddeleri görüşülürken yapılan değişiklikler bunu göstermektedir.
Sayın Başbakan ?Biz göreve geldiğimizde IMF?ye 26,5 milyar dolar borçla Türkiye?yi devraldık.? diyor, ?Şimdi 8,5 milyar dolar borcumuz var. Bu borcu biz ödedik.? diyor. Bu cümle, ondan önceki, AKP?den önceki hükûmetin ciddi bir eleştirisini taşıyor: ?Türkiye ekonomisini, Türkiye Cumhuriyetini IMF?ye muhtaç hâle getirdiniz, IMF?den borç aldınız, hâlâ ödüyoruz, bitmedi.? Bunu, bu eleştiriyi yapan Sayın Başbakan, şimdi IMF?den 20-25 milyar dolar -veya belki daha başka bir rakam olarak kesinleşecek- bunu almanın çalışmalarını, hazırlığını yürütüyor. IMF?yle ilişkilerden sorumlu Sayın Bakan da evvelki gün burada yaptığı konuşmada IMF?den alınacak olan borcun faziletlerinden söz ediyor; bu borcun düşük faizli olduğundan, bu borcun alınmasının Türkiye'nin menfaatine olduğundan söz ediyor.
Kısa bir süre öncesine kadar IMF?ye karşı iddialı cümleler sarf eden yetkililer -Sayın Başbakanımız, sayın bakanlarımız- bugün bu sözlerinden U dönüşü yapmışlardır. Bu U dönüşüyle, çiftçiye yapılan destek ödemesinden 550 milyon YTL kesinti yapmakta tereddüt etmemişlerdir.
Yeniden IMF?ye gidilmesini krizle açıklamak mümkün değil. ?Efendim, şimdi küresel kriz var, ne yapalım? IMF?ye gitmezsek buradan çıkışımız yok.?
Değerli arkadaşlar, böyle dersek, Türkiye ekonomisinin kendi dinamiklerinden, uygulanan programdan ileri gelen, kaynaklanan sorunlarını görmezsek, yine düze çıkamayız; sorumluluğu başkalarına atarsak dünyadaki krize atarsak, dışarıdaki krize atarsak biz bu bütçeyle, hazırlanacak olan programla yine düze çıkamayız.
2006 Mayıs-Haziranında yaptığımız hatayı yapmayalım. Neydi 2006 Mayıs-Haziranındaki olay? 2006 Mayıs-Haziranında, hepinizin hatırlayacağı gibi, dünyada bizim dışımızda, diğer ülkelerde piyasalarda bir dalgalanma oldu, borsalar düştü, dolar yükseldi, faizler yükseldi. Her ülkede oldu bizde de oldu ama biz daha çok etkilendik. Biz, en çok etkilenen bir iki ülkeden bir tanesiyiz, çok etkilendik. Nisan sonunda yani 2006 Nisanının sonunda ikincil piyasada hazinenin borçlanma faizi yüzde 14?ün altına inmişti, yüzde 13,7?deydi, kur 1,3?tü. O dalgalanmayla beraber kur 1,6?lara kadar yükseldi. İç borçlanma faizimiz yüzde 20?leri geçti, 22?ye yaklaştığı dönemler oldu. Borsa düştü. Daha sonra dengeler yerli yerine oturmaya başladı. Ama faizler bir daha hiçbir zaman o seviyeye inmedi. Yüzde 16?nın altına inmedi faizler. Devamlı yüksek seyretti. 20 oldu, 21 oldu, 18, 19... Bir daha o faizi yakalayamadık. Kur daha aşağıya indi. 1,3?ün de altına, 1,2?nin bile altına inen seviyeyi hatırlıyoruz. Borsa tekrar o dönem yükseldi, toparlandı. Ama faizler hiçbir zaman inmedi. Bu sorun bizim ekonomimizin birtakım yapısal sorunları olduğunu gösterir, bu tablo onu gösterir. Hükûmet bunlara bakmadı. Büyümeye baktı. Ama büyümeyi diğer ülkelerle kıyaslamadı. Evet, ekonomi büyüyor. Ama diğer ülkeler bizden daha fazla büyüyorsa buna dikkat etmek gerekir. 2006?dan itibaren rakamlara bakıyorum. Büyümede, biz, bize benzeyen ülkelerden kopmuşuz. Gelişmekte olan ülkelerin 2006 yılı büyümesi yüzde 7,9. Biz kaçız? 6,9. 2007?de biz 4,6?ya düşmüşüz. Bu ülkeler 8 düzeyinde büyümüş. Afrika ülkeleri 2008 büyümesi 6,3. Sadece biz büyümüyoruz, değerli arkadaşlar. Konjonktür öyleydi. Bağımsız Devletler Topluluğunun 2007 büyümesi 8,6; Orta Doğu ülkeleri 5,9. Demek ki bizim büyümemiz ekonominin sağlıklı olduğunu göstermiyor. Büyüme oranlarında zaten düşüşe geçmişiz. Kur politikasıyla ilgilenmedik. Cari açığa bakmadık. Tasarruf yetersizliğine bakmadık. ?Bugün krizi fırsat olarak değerlendirelim.? diyenler 2006 yılında bu dalgalanmayı bir fırsat olarak değerlendirip bizim ekonomimizin dengelerini sağlamlaştıracak şekilde birtakım adımları atabilirlerdi. Bu yapılmamıştır. Çünkü 2006 dalgalanması bizden kaynaklanmıyordu. Şimdi de yaklaşım: ?Sorun bizde değil. Sorun dışarıda. Küresel kriz nedeniyle Türkiye ekonomisi etkiliyor.? Bu çok yanlış bir yaklaşım. Kurdaki yükselişin gerçekleştiği ayda, ekim ayında ?Şimdi de ihracatçı sevinsin.? dediğiniz anda ihracat düşüyorsa, krize iyi teşhis koyamamışsınız demektir. ?Kriz psikolojiktir.? dediğiniz zaman iş adamları borç yüzünden intihar ediyor, fabrikalar üretimlerine ara veriyor, kapatıyor veya azaltıyorsa, işçi çıkarıyorsa, krize doğru teşhis koyamamışsınız demektir.
Değerli arkadaşlar, konu budur, konu küresel kriz meselesi değil. Evet, o bizi tabii ki etkiliyor ama bizim kendi ekonomimizin sorunları var. Bu sorunları çözmemiz gerekir. Uygulanan programın hatalı sonuçları var.
Değerli arkadaşlar, 2009 yılı bütçesini görüşürken, evvelsi gün burada kabul edilen önerge üzerinde durmak istiyorum çünkü bu çok ciddi bir yaklaşım. Hükûmetin yaklaşımını gösteriyor. Bu yaklaşım nedir? Toplam 3,6 milyar YTL?ye ulaşan bu kesintide, aşağı yukarı bunun yarısı yatırım harcamalarından kesinti olarak şekillendirilmiş. 1,8 milyar YTL yatırımlardan kesiyoruz. Peki, 2009 yılında biz çok mu yatırım yapacağız? Hayır. 2009 yılı yatırımı, toplam kamu sektörü yatırımının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 3,7. Bir artış yoktur. 2007 yılı 3,8?dir, 2007 yılı 3,7. Hatta küsuratları ifade etmedim, 2009?da 2008?e göre bir düşüş var. Şimdi özel sektör talebi düşüyor, yatırımı azalıyor. Bütün dünya, Avrupa Birliği, talebin azaldığı özel sektör yatırımlarının azaldığı bu dönemde talebi artırmak, ekonomiyi canlandırmak üzere kamunun altyapı ağırlıklarına verilmelidir şeklinde bir çözüm arıyor. Daha üç hafta önce Avrupa Birliği Komisyonunun aldığı karar, toplam 200 milyar euroluk teşvik paketinin en önemli unsuru kamunun altyapı yatırımlarını yapmasıdır. Biz şimdi, bu önergeyle, geleneksel IMF yaklaşımını benimsemiş olduk. Harcamalar kısılacak, gelirler arttırılacak, faiz dışı fazla sağlanacak ve bununla Türkiye borçlarını ödeyecek. Geleneksel IMF yaklaşımı benimsenmiştir. Ekonominin kendi sorunları dikkate alınmamıştır, ekonominin direksiyonu yeniden IMF?ye verilmiştir.
Bu kesintinin bir diğer alt kalemi tarımsal destekleme, 550 milyon YTL. Hiç tereddüt etmemiştir Hükûmet, tarımsal desteklemeden 550 milyon YTL?lik kesinti yapılmasında tereddüt etmemiştir. Evet, bunu yaparken, Hükûmet bunu yaparken kendine bir siyaset alanı bırakmayı da ihmal etmemiş. Yerel yönetimlere merkezî bütçeden yapılan transferlerde çok ciddi artış var, yüzde 22 oranında artıyor. Millî gelir, gayrisafi yurt içi hasıla ne artacak 2009?da? 11,8. Hiç 11,8?in üzerinde bu bütçede herhangi bir toplum kesimine verdiğiniz bir şey var mıydı? Yok. Peki onu keselim? Hayır. Neden? Çünkü orada seçim hesabı var, 2009 yılı Mart ayında seçim var. Seçim nasıl olsa köylerde değil, seçim beldelerde. Onun için çiftçinin desteğini 550 milyon YTL kesebiliriz anlayışı var. Bu ne demektir? Seçim harcamaları 2009 yılında çiftçinin sırtından karşılanacaktır.
Değerli arkadaşlar, tarımdan devam etmek istiyorum. Tarım sektörünün 2008 yılı destek tutarı 5,9 milyar YTL?ydi, 2008 yılı. Bütçe ne getirmişti buraya? 5,5. Şimdi 550?ye yakın bir kesinti yaptık, 4,9?a düştü, 4,9 milyar YTL. Bu, taa, 2006 yılı rakamına yakın. Tarımsal desteklemede çiftçinin desteğinde üç yıl geriye gittik ve asıl önemli olan bu destekler gayrisafi yurt içi hasılaya oranla yapılır. Ekonomide o yıl yaratılan gelirin ne kadarı oranında çiftçiye destek verdiniz, ölçü budur. Hükûmetin o beğenmediği, eleştirdiği 2002 yılında bu oran yüzde 0,53?tür. Neye inmiştir şimdi 2009?da? Bu kesintilerle 0,45?e. 2002?nin rakamını alıp ?Onu şu kadara çıkardık.? demek doğru değil, yanlış. 2002 yılının gerisindedir tarımsal destekleme.
Şimdi, birçok ödemeyi de Hükûmet arada bir yapmıyor, atlıyor. Unutuyor mu diyelim acaba? Mazot ödemesini 2006 yılında yapmadınız, gübreyi de yapmadınız. 2005?te yaptığınız mazot ödemesi de aslında 2004?ün ikinci taksitidir. Öyle baktığımızda 2005?te de mazot ödemesini yapmadınız. Demek ki 2009 yılında çiftçiye ciddi bir şekilde belli kalemlerde kesinti yapacaksınız, bunları belki yine yapmayı unutacaksınız veya belki başka şeyleri.
Fındıkta 2004 yılında bir don afeti meydana geldi Karadeniz?de. Üreticinin 298 milyon YTL zararı oluştu. Bu zararın 200 milyon YTL düzeyindeki kısmı 2004 yılından beri çiftçiye ödenmemiştir. Bu, 5?inci bütçedir. Her sene bütçesinde bunu söylüyorum. Tablo bu. Şimdi, belki -seçim var- bir miktar, burada, bu konuşmadan sonra bir ödeme belki yapılabilir.
Değerli arkadaşlar, yeni bir bütçeyi konuşmaya başlarken ekonomimizin hâlâ en önemli, en temel sorunu tasarruf yetersizliğidir. Türkiye?de toplam yurt içi tasarrufların düzeyi giderek düşmektedir. 99 yılında ekonomide meydana gelen küçülmeyle azalan, 2000 yılında uygulanmaya başlanan programla beraber azalmayı sürdüren tasarruflar 2003-2008 düzeyinde en düşük seviyelerine gelmiştir. Şimdi, ilgili bakanlar ?Bu Türkiye ekonomisinin klasik sorunudur.? diyorlar, ?Türkiye ekonomisi öteden beri tasarruf açığı verir, cari açık verir.? yaklaşımındalar.
Değerli arkadaşlar, 2004 yılında toplam yurt içi tasarruflarımızın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 98 yılında yüzde 24,3?tür, yüzde 24. Özel sektörün tasarrufu, kamu sektörünün tasarrufu, bunu millî gelire oranlıyoruz yüzde 24,3. O yıl toplam yatırım, ekonominin yarattığı toplam yatırımın tutarı 22,4. Bakın, açık yok burada. Tasarruf yatırımdan daha fazla. Açık nedir? Tasarrufunuz 100?dür, 120 yatırım yaparsınız, aradaki 20?yi gidip yurt dışından temin ederseniz. Genellikle borçlanılır bu. Açık bu. Bakın, 98 yılı açık yok. 98 öncesi bazı yıllarda açık var ama hiçbir zaman 2003-2008 dönemindeki düzeyde bir açık söz konusu değil çok daha yüksek yatırım tutarlarına rağmen, çok daha yüksek tasarruf oranlarına rağmen.
Bu dönemde ne olmuş? 2002?de bakın toplam tasarrufların düzeyi yüzde 18,5. Siz 2002?yi vereceksiniz mutlaka. Şimdi nedir? 2008?de 15,8. Aşağı inmiş. Kamu sektöründe bir miktar düzelme olmuş 2004?ten itibaren, 2005?te artıya geçmiş, 2006?da iyi bir seviye yakalanmış. 2006?dan itibaren kamu tasarrufları tekrar azalmaya başlamış. 2007 düzeyi 2006?nın aşağı yukarı yarısı. 2008, 2007?den de aşağıda. Özel sektör tasarrufları ne olmuş? Özel sektör tasarrufları 98?de 25,7?den, 2002?de 23,4?e, 2008?de 13,8?e inmiş. 2009 aşağı yukarı aynı rakamı öngörüyor. Özel sektör tasarrufunda yarı yarıya bir azalış var. Özel sektör yurt dışından kaynak temin ediyor yatırım yapmak için. On yılda yarı yarıya düşen bir tasarruf seviyesi var.
Efendim, belki başka ülkelerde öyle olabilir diye düşünülebilir. Böyle bir tablo yok. Tasarruf eksiği olan ülkeler var, onları da şimdi size söyleyeceğim ama dünya ortalaması 2007 yılı için yüzde 23,7. Bizden aşağı yukarı üçte 1 oranında fazla.
Efendim, dünya ortalamasını gelişmiş ülkeler yükseltiyor olabilir diye düşünülebilir. Hayır. Bakın, gelişmekte olan ekonomilerde bu oran yüzde 33 değerli arkadaşlar. Çin ve Hindistan?ı vermiyorum, onlar çok daha yüksek. Yeni sanayileşen Asya ülkeleri yüzde 32. Kimler düşük? IMF?ye giden ülkeler. Macaristan 18, Letonya 13,6, İzlanda 13,3. Çoğaltabiliriz. Kimin tasarrufu düşükse o ülke IMF?ye başvurmuş. Bizim de tasarrufumuz düşük. Uygulanan program tasarrufları düşürmüştür. Yurt dışından gelen kaynaklarla, önemli ölçüde borçlanmayla ekonominin çarkları çevrilmeye çalışılmıştır. Para girişi durduğu anda, azaldığı anda sorun başlıyor ve IMF?ye gidiliyor. Tablo budur. Kısır döngü. 2002 öncesinin de sorunları vardı ama böyle bir sorun bu dönemde derinleşmiştir. Bu dönemde derinleşmiştir. 90?lı yıllar, büyüme oranlarının düşüklüğüne rağmen tasarruf açısından problem yaşamadığımız dönemlerdir.
Cari açık: Tasarruf eksikliğinin, yetersizliğin öbür yanı cari açıktır. Ekonomi cari açık veriyor. Yine IMF?den sorumlu Sayın Bakan evvelsi gün burada açıklama yapıyor. ?Cari açık büyümenin doğal sonucudur, hep vardır Türkiye?de. Hep vardır.? Bakalım var mı?
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) ? Hazineden sorumlu diyecektiniz galiba, ?IMF?den sorumlu? dediniz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) ? IMF?yle ilişkilerden sorumlu Sayın Bakan veya hazineden sorumlu Sayın Bakan.
Evet, şimdi, bakın, cari açık giderek yükseliyor Türkiye?de. Büyüme oranının düşmesine rağmen giderek yükseliyor. Fazla oran vererek sizi rakamlara boğmayayım. Ben 83-97 dönemini aldım, bu dönemden on bir tane yıl seçtim, büyüme oranlarının yüksek olduğu yılları aldım. Bu on bir yılın ortalama büyümesi yüzde 7,2. En düşük büyüme burada 4. 4?ten aşağı büyüme olan yılları almadım. Yine bu dönemin cari açık ortalaması ?aritmetik ortalamayı aldım- yüzde 1,8. 83-97, yüzde 9?luk gayrisafi millî hasıla büyümeleri var. Bakın, 87 yılında 9,8?lik büyüme var, cari açığımız eksi 0,9.
Değerli arkadaşlar, en yüksek cari açık 8,1?lik büyümenin olduğu 93 yılında, 3,5. 3,5?ten daha yüksek bir cari açık yok. O nedenle iddia edemezsiniz büyümenin doğal sonucu cari açıktır diye; böyle bir şey yok.
İkinci gerekçe nedir? Efendim, petrol fiyatları artıyor, petrol, enerji ham maddeleri, doğal gaz, bunların ithalatına verdiğimiz para artıyor. Evet, artıyor, doğru ama Türkiye ithalat yapıyor, ihracat yapıyor. Bunun ithalat içindeki payına bakmak gerekir. Bunun ithalat içindeki payı 2002 yılında yüzde 18. 2007 yılında neye gelmiş bu? 19,9?a. İhracata bakalım, ihracat gelirlerimizin yüzde 25,6?sı bu petrol ve enerji ithalatına gidiyordu, 2007?de yüzde 31,5?i. Evet, bir miktar artış var ama cari açıktaki bu kadar olağanüstü yükselişin gerekçesi olabilecek bir durum yok ortada. Ayrıca, yabancılar, Türkiye?ye kredi verenler ?Petrol fiyatları yükseldi, ne yapalım, Türkiye'nin böyle bir mazereti var.? demiyorlar, cari açığın büyüklüğüne bakıyorlar. Cari açık cari açıktır.
Değerli arkadaşlar, peki, bu cari açık niye artıyor? Doğrudan doğruya uygulanan kur politikası, bu kuru, bu kur politikasını da, kur seviyesini de bir şekilde destekleyen faiz politikası. Şimdi ?Bizim kur hedefimiz yok, dalgalı kur var.? denebilir, ama yüksek kurla, yüksek faizle her zaman Türkiye?ye para girişini sağladık ve Türkiye?de kur daima aşağı düştü. Bunun sonucunda ne oldu? Bunun sonucunda bizim sanayimiz imalat sanayimiz ithalata bağımlı hâle geldi.
Rakam vermek istiyorum. Dahilde işleme rejimi vardır biliyorsunuz, yani ihraç edilmek üzere Türkiye?de üretilecek olan bir malın girdisinin ithal edilmesi hâlinde, bu girdi nedeniyle ithalatta KDV, ÖTV ödenmez. Hangi şartla? Üretilen ürün ihraç edilmek şartıyla. Örneğin iplik getirirsiniz, kumaş üretirsiniz, kumaşı ihraç edersiniz. Bu şekilde ithal edilen girdilerin ihraç edilen ürünlere oranı 1997 yılında yüzde 45, 2002?de yüzde 44,3, 2007?de 62,1. Sanayi dışa bağımlı, sanayiyi ithalata teşvik etmişiz, Uzak Doğu?dan ithalatı teşvik etmişiz. Kur politikasının yarattığı baskı, sanayiciyi ayakta kalabilmek için daha ucuz girdi arayışına yöneltmiş, böylece bizim dış ticaret açığımızda Asya ülkelerinin payı giderek artmaya başlamış. Buna ?dış ticaret açığının Asyalılaşması" diyoruz.
Sanayici ne yapıyor? Bir: Bu yola başvuruyor. İki: İstihdamı sınırlıyor. Üç: Ücret artışlarını sınırlıyor. Kamu ve özel sektör işçilerinin reel ücret düzeylerinde -2002-2007 dönemini kıyaslarsak- artış değil, azalış vardır. Hükûmet asgari ücretteki artışı söylüyor ama özel sektör işçisinin ücretindeki, reel ücretteki azalmayı söylemiyor. Peki, neden bu politikada ısrar ediliyor? Mademki sanayiciye, imalat sanayisine, Türkiye ekonomisine bu kadar olumsuz etkisi var, bu kur politikasında, bu faiz politikasında -kısaca- bu programda neden ısrar ediliyor?
Değerli arkadaşlar, bir: Düşük kur enflasyonu indirmede yardımcı oluyor, evet, bir yönü bu. İki: Bir şekilde döviz cinsinden borçlarımızın az gözükmesine neden oluyor. Doların karşılığı YTL tutarı azaldıkça, YTL cinsinden tanımladığımızda döviz borçlarımızın miktarı azalıyor. E, dolar cinsinden kişi başına millî gelir artışları hepimizin hoşuna gidiyor, hepimizin. 2002 yılında kişi başına millî gelir 3.517 dolardan, şimdi, 2008?de 11.200?e çıkmış gözüküyor. Ancak Devlet Planlama Teşkilatının rakamları bu kıyaslamanın sabit fiyatlarla yapılması gerektiğini söylüyor. Bu rakam da 2002?de 4.210 dolar, 2008?de -eğer tutarsa, tutmayacak tabii- 5.668 dolar, 2007 sonunda 5.514 dolardır. Yani beş yılda 2002?den 2007?ye yüzde 31?lik bir artış vardır. Peki, 3 kat artış ne oldu? Onları kazanmamıştık, onları düşük kurla kazanıyor gibi gözükmüştük. Şimdi yükselen kurla onları geri vereceğiz, elimizde biraz önce bahsettiğim oran kalacak. Eğer onu da koruyabilirsek, 2009 ekonomisinin, 2009 programının nasıl bir sonuç vereceğini bilmiyoruz.
Değerli arkadaşlar, değerli ulusal para politikasını sonsuza kadar götürebilmiş bir ülke yok. Mutlaka, kur sonunda bir yerde kendisini düzeltiyor.
Değerli arkadaşlar, borç stokuna gelmek istiyorum. Borç stokunda gayrisafi yurt içi hasılaya oranı Hükûmet kullanıyor, ?Bir düşüş sağladık.? diyor. Ancak bu düşüşün artık sonuna gelindi, 2009?dan itibaren borç stoku gayrisafi yurt içi hasılaya oran itibarıyla da yükselecek. Bir hesap yaptım: 2009?da ortalama kur 1,64 olursa, büyüme 1,1 olursa, deflatör 9,8, faiz de yüzde 18 düzeyinde olursa -bizim bu borcumuz- IMF?den de işte 20-25 milyar dolar deniliyor, onun da 10 milyar dolarlık bölümü alınırsa yüzde 39 düzeyinde olan bu oran yüzde 43?e yaklaşıyor. Evet, borç kıyaslamalarında artık IMF?den alınacak olan borcu da hesaba katmak gerekiyor.
Ekonominin toplam borcu, kamu özel sektör borcu 221 milyar dolardan 2008?de 498, 500 milyar dolara çıkmıştı.
?Efendim, net borç stoku, İşsizlik Fonu var, kamunun mevduatı var, bunları düşelim?? O ayrı bir hesap. Dışarıya, alacaklıya ödeyeceğimiz para -kamu ve özel sektör- 500 milyar dolar. Nereden devraldı Hükûmet bunu? 223 milyar dolardan devraldı. Evet, 2,5 kata doğru giden bir artış var.
Şimdi, Hükûmet, değerlendirmelerinde kamu sektörü borcunu esas alıyor, özel sektör borcunu dikkate almıyor. Yani, ?Özel sektör borcu bize ait değil.? şeklinde bir anlayış var. Değerli arkadaşlar, bütün borçlar ekonominin borcudur. Şimdi, özel sektörün borcu dediğimiz zaman bu hafife alınacak bir rakam değil. Bakın, özel sektörün borç rakamlarını Merkez Bankası yayımlıyor. En son yayımladığı rakamda ?Eylül ayı itibarıyla yayımladı- kısa vadeli borçlar yok, kısa vadeli borçları da kattığımız zaman özel sektörün 2002 yılı borcu 43 milyar dolardır, şimdiki borcu, 2008?in Eylül ayı itibarıyla, yaklaşık 195 milyar dolardır. Bu borcun üçte 2?si reel sektöre, üçte 1?i bankalara aittir.
Reel sektör itibarıyla konuşuyorum: Reel sektörün döviz borcu yanında döviz varlıkları da vardır, bunu da dikkate almak gerekir. Bunu da dikkate alırsak, reel sektörün yani üretim sektörünün toplam döviz açığı 81 milyar dolardır. 81 milyar dolar açık var. Şimdi, ?Bana ne.? diyemezsiniz. Bu programın, Hükûmetin bugüne kadar uyguladığı programın temel varsayımları neydi: Kamu sektörü yatırımları azalacak, özel sektör ağırlıklı bir büyüme modeli olacak. Belli yıllarda çok yüksek büyümeler de elde edildi ve Hükûmet bu büyümelerle övündü. Eğer, büyüme yüksekse övünmek de Hükûmetin tabii ki hakkıdır, ama büyümeyi sahipleneceksiniz, iş borca gelince, ?Ben karışmam.? Diyeceksiniz! İş 43 milyar dolardan 195 milyar dolara çıkmış, sizin döneminizde.
ALAATTİN BÜYÜKKAYA(İstanbul) ? Kaç yıllık borç? Kaç yıla yayılmış borç?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bakın, kısa vadeli borcu söyledim. Hemen önümüzdeki bir yıl içinde ödenmesi gereken yaklaşık 47 milyar dolardır. Öyle zannetmeyin ki, hepsi uzun vadeli. Bir yıl içinde ödenmesi gereken borç 47 milyar dolardır, kısa vadeli olanları saymıyorum.
Şimdi, programa herkesin inanmasını isteyeceksiniz, programa güvenip, o günkü kura güvenip borçlanan özel sektörü kur yükselişi karşısında yalnız bırakacaksınız, yolda bırakacaksınız, yarı yolda bırakacaksınız. Değerli arkadaşlar, bunu kabul etmek mümkün değil.
Değerli milletvekillerim, bütçe açığına gelmek istiyorum. Bütçe açığında 2002?den bu yana bir azalış var ama bu azalışın -2006?da en iyi seviyesine gelen bu azalışın- 2007?den itibaren tekrar yükselmeye başladığını unutmayalım. Açık yükseliyor. Tekrar her seferinde ?Efendim, 2002 böyleydi.? deyip 2002?yle kıyaslamayı doğru bulmuyorum, bugüne gelelim artık. 2008 bütçesinin bütçe açığı 14,1 milyar YTL ancak bu açık gerçekçi değil. Bugüne kadar olmayan bir şeyi Hükûmet yaptı; İşsizlik Fonu?nun nema gelirinin 1/4?ünü gelir yazdı 2008?de. Bugüne kadar hiçbir hükûmet bu cinliği akıl etmedi. 2009?da da yine İşsizlik Fonu ve Özelleştirme Fonu gelir fazlalarını ? bu, 2008?de de var- bütün bunları gelir yazdı, özelleştirme gelirlerini bütçeye aldı. Bugüne kadar yok bunlar. Telekom dışında hiçbir KİT?in satışından elde edilen gelirin bütçenin gelirleri arasına alınması söz konusu değil merkezî yönetim bütçesinde. 2008?de bu şekilde bütçeye gelir yazılan rakam 7,1 milyar YTL, 2009?da bu rakam 14,1 milyar YTL. Gerçek açık ne oluyor o zaman? 2008?in 14,1 milyar YTL olan açığı 21,2 milyar YTL?ye çıkıyor. 2009 ne oluyor? 13 milyar YTL?lik açık 14 milyar YTL ilavesiyle 27 milyar YTL?ye çıkıyor, açık bu. Şimdi, evvelsi gün kabul edilen önergelerle işte bunu biraz düşürmeye çalışıyor Hükûmet.
Burada geçen hafta bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, ihracattaki azalışı gösteren tablolar sunmuştu. Devletin rakamlarına dayalı olarak hesaplanmış tablolar. İktidar partisinin grup başkan vekili bir arkadaşımız bunu illüzyon olarak nitelemişti. İllüzyon burada değerli arkadaşlar. İllüzyon burada. Buralara kadar bu bütçeyi getirdiniz ama illüzyonu IMF?ye anlatamadınız herhâlde. Bütçe açığındaki durum bu.
Faiz giderlerinde durum nedir? Faiz giderlerinde bir azalış var ama bu azalış 2007?den itibaren durmuş durumda. 2007-2008 bütçe giderlerinin yüzde 24?ü düzeyinde faiz gideri, orada kalmış, daha aşağıya inmiyor. Bundan sonra da yükseliş söz konusu. Neden inmiyor? Ya pahalı borçlanıyoruz ya borcumuzun vadesi kısa ya da hepsi birden.
Değerli arkadaşlar, borç stokumuzun, borcumuzun faizi yüksek. Büyüme oranı düşmesine rağmen, faizlerde herhangi bir düşüş yok ve reel faizin büyüme oranından daha fazla olduğu dönemlerde -ki bunlar 2006-2007 dönemleridir, 2008 dâhil- borç stokunun artışı gibi bir sonuç doğar. Kur yükselişini ihmal ederseniz, kur etkisini ihmal ederseniz, eğer büyüme oranından daha yüksek faiz veriyorsanız borç stokunuz azalmaz, faiz giderleriniz azalmaz. 2006?da reel faiz olarak da hazinenin faiz rakamlarını alıyorum. 2006 büyümemiz 6,9; 2006 reel faiz oranımız yüzde 7,8; aşağı yukarı 0,9 puanlık, 1 puanlık fark var. Bu fark 2007?de 3,2?ye çıkıyor. 2003-2007 ortalaması yüzde 2,1. Büyüme oranı düştükçe reel faizi düşürmediğiniz sürece faiz giderlerinde azalma sağlamak mümkün değildir. Diğer ülkeler nasıl? Diğer ülkeler bizden iyi. Avrupa Birliği üyesi ülkelerini vermeyeceğim. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin faiz giderleri ortalaması bizim yarımız kadar. Biz onların 2 katı düzeyde faiz ödüyoruz, onlarla kıyaslamayacağım. Bakın, borçlanma faiz oranı Hindistan?da, yüzde 13, efendim, ?TÜFE düşük orada, enflasyon düşük.? denebilir. Hayır, enflasyonu da yüzde 6-7 aralığında. Mısır?ın faizi yüzde 12,5, enflasyonu yüzde 11 düzeyinde. Endonezya faizi yüzde 13,8, enflasyonu yüzde 7?lerde. Pakistan yine aynı şekilde. Hepsinin faizi bizden çok daha iyi konumda. Yani biz, ?Bize benzer? demeyelim, bizim kendimizle kıyaslamaya uygun görmediğimiz ülkelerden daha yüksek faiz oranlarıyla borçlanıyoruz. Bu, bir problem olduğunu göstermiyor mu değerli arkadaşlar? O ülkelerin cari açıkları, borç stokları da bizden daha iyi durumda değil. Bakın, Hindistan?ın borç stoku bizim yüzde 50 fazlamız gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak, cari açığı yüzde 2,8. Bakın, cari açığı yüzde 2,8 buna dikkat edin. Mısır, 3 kata yakın borç stokunda ama ona rağmen, borçlanma faizi yüzde 12,5?larda, cari açığı 2007 yılında son derece düşük, yok denecek düzeylerde.
Değerli milletvekilleri, değerli YTL politikası, cari açık bu iki problem Türkiye'nin yüksek faiz vermesini gerektiriyor. Şimdi, IMF ile yeni bir dönem anlaşmasını yapacak Hükûmet. IMF yine geleneksel yaklaşımını gösteriyor, Hükûmet de bunu aynen kabul ettiği taktirde sorun derinleşecektir, önümüzdeki dönem Türkiye ekonomisinin sorunlarına çözüm getirmeyecektir.
Bütçe gelirlerine gelmek istiyorum. Bütçe gelirlerinde durum iyi değil. Gelir performansında bir düşüş var. Güçlü bir gelir idaresinin varlığına rağmen, Hükûmetin politika kararlarındaki zayıflık, bazı vergi indirimlerindeki önceliğin iyi belirlenmemiş olması, gelir seviyesinin düşmesine neden olmuştur. Bizim gelir seviyemiz, toplam bütçe geliri seviyemiz, 2002 yılından daha aşağıdadır. 2002 yılı bütçe gelirlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 22,7?dir, 2008?de bunun 21,7 olması öngörülmüştür. Biraz önce, İşsizlik Fonu?ndan, Özelleştirme Fonu?ndan yapılan aktarımlardan söz ettim, onlar hariç. Onu da dâhil ettiğimizde 1,8?e düşüyor. Yani, bu demektir ki 2008 yılında Hükûmet 2002 düzeyinde gelir toplayabilmiş olsaydı 17 milyar YTL daha bütçede gelir olacaktı. Şimdi diyor ki yetkililer, bakanlarımız: ?Efendim, bütçenin durumu malum, o nedenle oran indirimi yapamıyoruz.? Tablo burada, onu da kendi içinde tutarlı kabul etmiyorum ama bütçenin gelir düzeyini Hükûmet bu hâle getirmiştir.
Vergi yükünde, 2009 yılı bütçesinde de 2008?e göre bir artış var, ciddi bir artış var yani 2009?da vergi yükü artıyor. ?Efendim, vergi borçlarını taksitlendirdik.? Oradan ele edilecek gelirle izahı mümkün değil bu artışın. 2003-2004?te de vergi barışı uygulaması yapıldı. O dönemin vergi geliri düzeylerine bakın, normal, anlamlı yani kendi içinde makul sayılabilecek artışlardır onlar. Gelir tarafı tutarlı değil.
?Vergi adaletinde Hükûmet başarılı olamamıştır.? şeklinde nazik bir ifade yerine ?Başarısız olmuştur.? ifadesini kullanacağım. Vergi adaleti kötüleşmiştir. Hepimizin bildiği ölçü, dolaylı vergiler yani özel tüketim vergisi, katma değer vergisi gibi, tüketicinin sırtından bütçeye giren vergilerin oranı 2002 yılında yüzde 59, bu oran 2008 yılında yüzde 65?e gelmiş. Bozuluyor, vergi yükü daha çok tüketicinin omzunda, daha çok dar gelirlinin omzunda.
Şimdi, bakanlarımız şöyle bir kıyaslama yapıyorlar, yine, Hazineden sorumlu Bakanımız burada yaptı: ?Efendim, sosyal güvenlik primlerini de dâhil ederek bir kıyaslama yapmak gerekir.? Doğru, uluslararası kıyaslama öyledir. O şekilde bir kıyaslama yapalım: Sosyal güvenlik primlerini de dâhil ettiğimizde bizim dolaysız vergilerimiz yüzde 51?e, dolaylı vergiler de yüzde 48-49?a geliyor. Peki Avrupa Birliği ortalaması nedir dolaylı vergilerde? Bu şekilde yapılan kıyaslamada yüzde 34. Yani Avrupa Birliği ortalamasından yaklaşık yüzde 50 oranında yükseğiz.
Vergi yüküne, vergi konusuna gelince, Sayın Maliye Bakanının bütçenin tümü üzerinde yaptığı konuşmada söylediği bir şey vardı, onu sizlere hatırlatmak istiyorum. Kendi dönemlerini anlatırken: ?Efendim, 90?lı yıllarda mali denge vergisi vardı.? Ekonomik denge vergisini kastediyor, ?Şimdi var mı, bakın.? diyor. Evet, şimdi yok ama 99 yılındaki depremden sonra o zamanki Hükûmetin çıkarmış olduğu süreli vergiler vardı: Cep telefonu konuşmaları üzerinden alınan özel iletişim vergisi. Evet, bu verginin süresi 31 Aralık 2002 tarihinde sona eriyordu. O zamanki AKP Hükûmetinin 2003?te yaptığı ilk iş, özel iletişim vergisini daimî hâle getirmek oldu. Bu yetmedi, ondan iki yıl kadar sonra evlerdeki, iş yerlerindeki sabit telefonlarla yapılan konuşmalar üzerinden de özel iletişim vergisi alınması uygulamasını getirdi. Belki vatandaşlarımız bu elektronik ödeme nedeniyle faturalarda o rakama dikkat etmiyor olabilir, ama sabit telefon faturalarına bakıldığında görülecektir. Bu da bu Hükûmetin maharetidir, öyle söyleyelim.
Başka vergiler de var. Özel işlem vergisi de geçiciydi, bazı işlemlerden, kâğıtlardan alınıyordu. Onu da kaldırdı, güya o vergi şimdi yok ama diğer vergilerin, harçların arasına katarak onu da gözden kaybetti. Ama o vergiler var.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan ekonomik programın başarısını ölçmemiz gereken alanlardan birisi de işsizlik alanıdır. İşsizlik konusunda program ne kadar başarılı olmuştur? Eğer ekonomi büyüyor, buna rağmen işsizlik azalmıyorsa, istihdam artmıyorsa bu büyümede bir problem var demektir, bu büyüme bazı vatandaşlarımıza gitmiyor demektir.
Sayın Başbakan buradaki konuşmasında ?Biz göreve geldiğimizde işsizlik oranı yüzde 10,3?tü, şimdi de 10,3?tür.? dedi. Yani ?Başarılı olamadık ama başarısız da değiliz.? anlamında anlıyorum ben bu cümleyi.
Bir kere, kıyaslanan rakamlar doğru değil. Rakamlar doğru, dönemler doğru değil. Sayın Başbakanın sözünü ettiği 10,3?lük rakam Ağustos, Eylül, Ekim 2008 rakamıdır, yani bu yılın son çeyreği değil. Dolayısıyla bu yılın bu rakamını 2002 yılında o döneme denk gelen bir dönemle kıyaslamak gerekir. Dönemlerde bir ay TÜİK kayma yaptı. 2002?nin Temmuz, Ağustos, Eylül dönemini alıyorum, bu rakam o zaman yüzde 9,6?dır. Yani 9,6?dan 10,3?e çıkmıştır işsizlik, eğer bu dönemi kıyaslayacaksak. Bu dönemde daha küresel krizin etkileri yok, biz kendi ekonomik programımızı uyguluyoruz. O nedenle bu artışı da onunla açıklamak mümkün değil.
BAŞKAN ? Sayın Hamzaçebi, on dakikanız kaldı.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) ? Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İşsizlik oranı 2002?de neydi, 2002 sonunda? 10,3. 2007?yi alırsak 9,9. 2008?in ne olacağını bilmiyoruz henüz. İşsizlik oranında bir düşüş gözüküyor 2002?den 2007?ye.
Değerli arkadaşlar, bunu biraz açmak istiyorum: Bu, bize doğruları göstermiyor. Bunu, iş gücüyle beraber değerlendirmemiz gerekir. Türkiye?de nüfus her yıl artıyor. Artan nüfusa paralel olarak çalışabilir nüfus dediğimiz on beş yaşın üzerindeki nüfusun çalışabilecek konumda olan kişilerini ifade ediyor, artıyor. Çalışabilir nüfus artarken, çalışma çağındaki nüfus artarken bunun, iş gücü olarak, iş arayan, çalışan kısmında bir azalma olabilir mi? TÜİK rakamları azalma gösteriyor. 2002 yılında yüzde 49,6 olan bu oran, 2007?de 47,8?e inmiş. O nedenle işsizlik oranı -biraz- 2007?de 9,9?a inmiş gözüküyor. İş gücüne katılma oranını, 2002?deki yüzde 49,6?yı aynen 2007?de alırsak yani 2007?de de bu oran olsaydı bizim iş gücümüz yaklaşık 900 bin kişi fazla olacaktı. Bunun anlamı işsiz sayımız da bu miktar artacaktı. 2 milyon 333 bin olan işsiz sayımız 3 milyon 200 binlere çıkacak, onu geçecekti. İşsizlik oranı da 9,9 yerine 13,2 olacaktı; gerçek budur.
İşsizlik rakamlarını aslında daha da düzeltmek gerekir fakat oraya girmeyeceğim ama bu çerçevede bir şeyi daha söylemek istiyorum: TÜİK?in istatistiklerinde işsiz olup da iş aramayan bir kesim var -bu kesim, iş aramıyor ama iş bulursa hemen işbaşı yapmaya hazır- bu kesimin sayısı 1 milyon 800 bin. 2002 rakamı 1 milyon 20 bin. 2002 ile 2008?i rakamsal olarak, miktar olarak kıyaslamak aslında doğru değil çünkü 2006?dan geriye bu rakamları TÜİK düzeltmedi ama düzeltirse 2002 rakamı daha azalacak. Ben şimdilik onu esas alıyorum. Buna göre 800 bin artış var. Bunun bir alt kalemi daha var: İş bulma umudunu kaybetmiş olanlar. O rakam 73 bin, şimdi olmuş -2007 sonunda- 641 bin. Program iş bulma umudunu kaybeden vatandaşların sayısında bir patlama yaratmış. Evet, bu insanlarımızın psikolojisini sizlerin dikkatine sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, enflasyon hedeflemesi rejimini uyguluyor Hükûmet 2006?dan bu yana. 2006 yılından bu yana bu rejim başarılı olmadı. Hedeflenen enflasyondan daima daha yüksek oranda bir enflasyon gerçekleşti. 2006 yılında hedeflenen enflasyon 5?ti, gerçekleşen -bunun 2 katına yakın- yüzde 9,6 oldu. 2007?de hedeflenen yüzde 4?tü, gerçekleşme 2 katından daha fazla oldu; 8,4. 2008?de 4 hedeflenmişti, gerçekleşme yüzde 10 olarak bekleniyor. Dikkat ettiyseniz 2004 yılındaki oran 9,3; 2005?te 7,7.
2004 yılında Türkiye tek haneli enflasyonla tanıştı, olumlu bir gelişmeydi, 2005?te bu devam etti. Ama 2006?dan itibaren enflasyon tekrar yükselmeye başladı ve Türkiye dört yıllık aradan sonra ilk kez bu yıl çift haneli enflasyonla yeniden tanışmış olacak. Bunu uluslararası emtia fiyatlarıyla, efendim, ithal edilen ürünlerin fiyatlarıyla açıklamak mümkün değil. Kur politikasının yardımına rağmen bakın burada fiyatlar yükseliyor, demek ki bir şeyler yanlış gidiyor. Merkez Bankası bunun bir yanılma payını koymuş, işte ?2 puan altında, 2 puan üstünde yanılabiliriz. Yanılırsak olabilir, o normaldir.? demiş, o yanılma paylarını da geçmiş gerçekleşmeler.
Değerli arkadaşlarım, peki enflasyon hedeflemesi, açık enflasyon hedeflemesi ne işe yarıyor? Bir tek işe yarıyor: Kamu personelinin ücretlerini sınırlandırmaya yarıyor. Hükûmet kamu personeline yapacağı ücret ödemelerini hedeflenen enflasyon kadar veya onun çok sembolik sayılabilecek bir düzeyde üstünde belirliyor. Bu farkı geçerse eğer gerçekleşen enflasyon, bütçe kanunuyla memura verilmesi öngörülen, kamu personeline verilmesi öngörülen rakamı geçerse aradaki farkı da telafi ederim diyor Hükûmet. Evet, telafi ediyor, ediyor ama enflasyon rakamları ortaya çıkıp kesinleştikten sonra. Yani kamu personeli on iki ay veya yılın ilk altı ayı veya ikinci altı ayı, neyse, o yüksek enflasyonla yaşıyor. Daha sonra temmuz ayında veya yılın ikinci yarısı için ise bu, ertesi yılın ocak ayında bu fark veriliyor. Bir yıl süreyle o yüksek enflasyonla memur yaşıyor. Bu bir telafi değil değerli milletvekilleri, bu bir telafi değil.
Hükûmetin enerji politikasına çok kısaca girmek istiyorum. Çünkü enerji bu bütçenin de önemli bir alt kalemi, ekonomimizi de çok yakından ilgilendiriyor. Bütçe rakamlarına göre enerji politikasında bir başarısızlık var. 2002?den 2008?e enerjide AKP yatırımsız bir döneme imza atmıştır. Her yıl artan yüzde 8 oranındaki enerji talebine, elektrik talebine karşılık ne kamu sektörü ne özel sektör ciddi bir yatırım yapmamıştır. Talep artmış, yatırım yapılamamış ve bu ekonomide durgunluğa giden bu sürecin başlangıcı sayabileceğimiz döneme kadar Türkiye enerji yedeği olmayan bir ülke konumundaydı. Arz yetmiyor, arz güvenliği kalmamış. Şimdi ekonomideki küçülme Hükûmetin enerjideki umudu olmuştur. Ekonomideki küçülme enerji talebini düşürdüğü için Hükûmet umudunu maalesef buna bağlamıştır.
Değerli milletvekilleri, enerjideki yatırım rakamları 2002?den 2008 yılına çok ciddi bir azalış göstermektedir. Çok ciddi bir azalış vardır. Kamu sektörü ve özel sektör yatırımlarının toplamı olarak alırsak 2002?deki yatırım tutarı 5,4?tür, 2008?de bu rakamın 9,4 olması öngörülmüştür. Kamu sektörü ne yapmış? 3,5 milyar YTL?lik 2002 yılında yatırım yapmış, 2008?de bu rakamın altında. Özel sektör yatırımı da durumu kurtarmıyor. Hepinizin bildiği gibi bu yatırımları millî gelire, gayrisafi yurt içi hasılaya oranla ölçmek gerekir. 2002 yılındaki oran 1,5?ken bu oran 2008?de 0,9?a düşmüştür. 2003-2008 döneminin 2002?ye kıyasla eksik kalan yatırımlarını bugün tamamlayalım desek 40 milyar YTL?lik bir yatırım gerekmektedir enerjide. Ama, böyle bir niyet, böyle bir arzu maalesef göremiyorum.
Şimdi küresel kriz Türkiye ekonomisini de etkiliyor tabii ki. Bizim kendi ekonomimizden kaynaklanan sorunlar yanında küresel kriz bizim ekonomimizi de etkiliyor. ?Hükûmet ne önlemi almıştır?? diye sorarsam, benim vereceğim cevap: Almış olduğu herhangi bir önlem yoktur.
Merkez Bankasının para politikasına yönelik olarak aldığı önlemler vardır, para politikası önlemleri. Ama kriz çözüm araçları diyebileceğimiz önlemler grubunda Türkiye hiçbir şey almamıştır, hiçbir önlem almamıştır. OECD?nin bu konuda yayınladığı bir raporu var. Raporda, Türkiye, kriz çözüm araçları grubunda hiçbir önlem almayan ülke olarak tanımlanmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN ? Sayın Hamzaçebi, bitirin lütfen.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) ? Bitiriyorum Sayın Başkan.
Mevduat garantisine ilişkin yetkiyi hükûmet Meclisten almış, bugüne kadar bu yetkiyi kullanmamıştır. Şimdi yapılan, Sayın Başbakan tarafından, bankaların hedef gösterilmesi olmuştur. Bankalar kredi açmıyor. Evet, bankalar kredi açmıyor, bankalar kredi açsın.
Değerli milletvekilleri, bu şekilde olmaz. Ekonomide güven ortamını sağlayacaksınız. Güven sağlayacak adımları atacaksınız. ?Kriz psikolojiktir.? cümlesiyle ?Güven sağlayacak adımı attık.? demek mümkün değildir.
Avrupa Birliği Komisyonunun krize yönelik olarak almış olduğu bir önlem paketi var. Toplam 200 milyar euroluk bir önlem paketi. Bunun 170 milyar eurosunu Avrupa Birliği kendi karşılayacak, 30 milyarını da üye ülkeler karşılayacak. Bunun içinde birkaç unsur var: İstihdam maliyetlerinin azaltılması var, KOBİ?lerin istihdam aletlerinin azaltılması var, altyapı yatırımlarının kamu tarafından gerçekleştirilmesi var, emek yoğun sektörlerde vergi indirimi var, daha birçok önlem var.
Şimdi derseniz ki: ?Ben Varlık Barışı Yasası?nı çıkardım, önlem aldım.? Olmaz. Bu, önlem değil. Vatandaş şirket sahibi, sıkışmış, gayrimenkulünü şirkete sermaye olarak koyacak. Yüzde 5 oranında vergi alıyorsunuz ondan. 2002 yılında da o zamanki hükûmet yaptı bunu. Patronlar isterse özel sektör gayrimenkulünü koysun, koysun ki şirket düze çıksın. Üstelik yurt dışından getirirse, şimdi yüzde 2 oranında vergi var. Böyle bir adaletsizlik de yarattınız.
Son cümlelerimi ifade ediyorum değerli arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Sayın Başkan?
BAŞKAN ? Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) ? Bütün bunların sonunda, uygulanan programın sonunda nereye geldik, başarılı olduk mu; yeni bir bütçeyi konuşurken geldiğimiz nokta Türkiye için başarılı sayılabilir mi, bunu bir iki cümleyle değerlendirmek istiyorum.
Daha önce rakamlarını verdim, sadece biz büyümedik, bütün dünya büyüdü, yani bütün ülkeler büyüdü. Bütün ülkeler büyüyorsa hatta ortalamalar diğer ülkelerin bizden daha fazla büyüdüğünü gösteriyorsa biz aramızdaki mesafeyi kapatamadık demektir. Birleşmiş Milletlerin yayınladığı bir insani gelişme endeksi var, Türkiye o endekste 2002 yılında 85?inci sırada, 2007 yılında da geldiğimiz nokta 84?üncü sıradır. Eğitimi ölçüyor orada, gelir düzeyini ölçüyor, sağlığı ölçüyor. Bu üç unsurdan hareketle kişilerin yaşam memnuniyetini ölçmeye çalışan bir çalışma eskiden beri yayınlanıyor. Bu endeksle Türkiye ileri gitmemiş, yerinde saymış.
Değerli milletvekilleri, 2009 yılı bütçesinin saydığım sorunlara çözüm getirebilecek bir bütçe olmadığını düşünüyorum. Rakamlar bunu göstermektedir. Hükûmetin IMF?yle yürütmüş olduğu çalışma da IMF?nin geleneksel yaklaşımını yansıtacaktır. Ne dünyadaki krizi görebilen ne de Türkiye ekonomisinin sorunlarını görebilen bir anlayış o programda yoktur. O programın ilk işaretlerini evvelsi gün burada gördük. O nedenle, bu bütçenin çözüm getirmeyen bir bütçe olduğunu söylüyorum.
Sözlerimi burada bitirirken bu bütçeye ?Hayır? oyu vereceğimizi, ret oyu vereceğimizi ifade ediyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN ? Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.